Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren verimlilik artışına odaklı tarımsal üretim süreçlerinin olumsuz yansımaları, kabul edilemez boyutlara ulaşmıştır. Gıdaya dayalı hastalıklarda artış, doğal çevrenin bozulması, sağlıklı ve adil gıdaya erişememe bu bağlamdaki sorunların başında gelmektedir. Diğer taraftan nüfusun kentlerde yığılması ve yapılaşmanın tarım alanlarına doğru kaymasıyla hem gıda üretim alanlarını yok etmekte hem de tarım sektöründeki istihdam azalmaktadır. Eş zamanlı olarak, gıda lojistiğinin gelişmesi ve gıdanın bir meta olarak uzak coğrafyalar arasında dolaşması tarımsal gıda zincirlerinin uzamasına ve tedarik zincirine yeni aktörlerin girmesine neden olmaktadır. Bu durum üretici ve tüketici arasındaki fiziksel ve ilişkisel mesafeyi artırmaktadır. Tüketici gıdanın içeriği ve kalitesiyle ilgili bilgiden yoksun kalmaktadır. Diğer taraftan uzun tedarik zincirinin en alt basamağında yer alan küçük ölçekli üretici gelir elde edememekte, tüketicinin gıdaya ödediği fiyat artmaktadır. Bu eğilimler 1990’lardan itibaren toplumun tüm kesimlerinin sağlıklı, güvenilir gıdaya erişimini sağlayan, çiftçinin ekonomik refahını artıran, üretici ve tüketici arasında doğrudan bağlantı kuran, çevresel sürdürülebilirliği odağa yerleştiren alternatif çözümleri ortaya çıkarmıştır. Bu çözüm önerilerinin odağında yöresel koşullarla uyumlu, sürdürülebilir tarımsal üretim biçimlerinden biri olan organik tarımın gelişimi vardır. Organik tarım sadece zararlı kimyasal girdinin kullanılmadığı bir üretimle sınırlı değildir. Tarımsal ekosistemi ve insan sağlığının sürdürülebilirliğini sağlayan, yörenin kimliğini öne çıkartan daha bütüncül bir üretim biçimidir.
dünya genelinde organik tarım alanları 1999 yılında 11 milyon hektar iken 2019 yılında yaklaşık 6,5 kat artarak 72,3 milyon hektara yükselmiştir. Organik tarım üretici sayısı ise yaklaşık 15,5 kat artarak 200.000’den 3.1 milyona ulaşmıştır. Organik üretim alanı açısından Avusturalya (35.687.799 hektar) birinci sıradadır. Türkiye 2019 yılında organik üretim alanı açısından dünyada 18. sırada, üretici sayısı açısından 7.sırada yer almaktadır. Organik Tarım Araştırma Enstitüsü’nün (FIBL) hazırladığı raporda organik gıda tüketim harcamasında en yüksek kişi başı harcama (312 avro) İsviçre ve Danimarka’da olup daha sonra İsveç (231 avro) ve Lüksemburg (221 avro) gelmektedir. Türkiye’de bu rakam 1 avronun altında kalmaktadır. Türkiye dünya ülkeleriyle karşılaştırıldığında üretimdeki güçlü konumunu tüketime yansıtamamaktadır.
Araştırma projesinde alan çalışmasının gerçekleştirildiği yer olan Bursa, Türkiye ölçeğinde ele alındığında organik tarım için öne çıkan kentler arasında değildir. Ancak, Bursa’yı çalışmaya değer kılan bir takım yapısal özellikler bulunmaktadır. Bunlar; Bursa’nın güçlü bir tarımsal geçmişinin ve verimli tarımsal üretiminin olması, farklı düzeydeki otoritelerin organik tarımın gelişimine yönelik çabaları, kent çeperlerinde organik tarım için potansiyel alanların varlığı, bölgede ürün çeşitliliği olması, Bursa’nın coğrafi konumu ve güçlü ulaşım bağlantılarıdır. Diğer taraftan, tarımsal faaliyetler kentleşme ve yapılaşma baskısı altındadır. İşlenen tarım alanı 2004-2020 yılı arasında 280.536 hektardan 202.926 hektara gerilemiştir. Bu noktada kentlerin gıda erişimi ve gıda güvenliği açısından yaşadığı riskler göz önüne alındığında özellikle büyükşehirlerde var olan tarım alanlarını korumak ve sürdürülebilirliğini sağlamak gerekliliği önemli kazanmaktadır.
Buna karşın Bursa ilinde organik tarım yapılan alan büyüklüğü ve çiftçi sayısının istikrarlı bir gelişim göstermemektedir. Aslında benzer eğilim gelişmiş ülkelerde de görülmektedir. Bir yandan kamu politikalarıyla organik tarım geliştirilmeye çalışılırken diğer yandan organik tarımı icra edenlerin bile sürekliliğinin sağlanamaması organik tarıma geçişte ve devamlılıkta birtakım sorunların olduğuna işaret etmektedir.
Yazındaki eksikliklerden ve güncel tartışmalardan yola çıkarak projenin temel araştırma sorusu “Bursa Metropoliten Alanının çeperinde organik tarımın sosyal pratik haline gelmesi hangi faktörlere bağlıdır?” olarak belirlenmiştir. Projenin amacı sürdürülebilir gıda sistemlerinin önemli bir bileşeni olan organik tarımın sosyal pratik haline gelmesinde etkili olan koşulları mekânsal ve ilişkisel olarak analiz etmektir. Bu amaçla birincil ve ikincil verilerden oluşan alan çalışması gerçekleştirilmiştir. Alan çalışmalarında birincil kaynaklardan üreticilerle yüzyüze yığın görüşmeleri (anket); çeşitli aktörlerle derinlemesine görüşmeler (mülakat) ve seçilen paydaşlarla odak grup toplantısı yapılmıştır. Bulguların tartışılmasından sonra; sonuç bölümünde bir metropoliten alanın çeperinde organik tarımın geliştirilmesi için yere özgü çözümler önerilmiştir. Bursa’daki gözlemlerden elde edilen çıkarımlar bu nitelikteki politikalara altlık oluşturması umuduyla sunulmuştur. Böylece bu proje, organik tarım konusunu çok boyutlu bir mekânsal organizasyon sorunsalı olarak, ilişkisel yaklaşımla ele almakla bölge planlama disiplini içinde oldukça ihmal edilmiş bir alana katkı sağlamıştır.